Aşk ve şefkat

 Aşağıdaki cümlede Üstad sekiz ism-i azamdan bahsediyor. Acaba bunlar hangileri? “Meselâ biri demiş: ‘Güneş mahbubumun hüsnünü görüp utanıyor; görmemek için bulut perdesini başına çekiyor.’ Hey âşık efendi! Ne hakkın var, sekiz İsm-i Âzamın bir sahife-i nuranîsi olan güneşi böyle utandırıyorsun? (Mektubat, s. 35)”

Sekizinci Mektupta, Rahmân ve Rahîm isimlerinin bütün kâinâtı kucaklayan, her canın ve her canlının bütün ebedî ihtiyâcını karşılayan ve tatmin eden ve herkesi hadsiz düşmanlarından emîn kılan kuvvetli ve büyük birer nûr olduğu beyan ediliyor. Âcîz ve zayıf insanın bu iki büyük isme ulaşması hem dünyevî, hem uhrevî ihtiyaçları açısından hayatî önem taşımaktadır. İnsanoğlu hadsiz ihtiyaçlarını karşılamak ve kalben sonsuz derece huzur bulmak için bu isimlere ulaşmalıdır. Yoksa en büyük servet sahibi de olsa, en yüksek yatlarda ve katlarda da yaşasa, insan huzursuzluktan yakasını kurtaramayacaktır.

Bedîüzzaman Hazretlerine göre Rahman ve Rahîm isimlerine yetişmek ve bu isimlerden medet almak için insanın önünde aslında hiç de zor olmayan yollar vardır. Hatta insan bu yolların kolaylığı ve kendine yakınlığı bakımdan oldukça zengindir. Bu vesîleler şunlardır: Fakr, Şükür, Acz ve Şefkat. Yani Allah’ın sade bir kulu olduğunu ve O’nun ikrâmının hâricinde bir hiç olduğunu bilmektir. Yani aslında bir âciz ve fakir kuldan ibâret olduğunu bilmek ve Allah’a hadsiz şükrederek mahlûkâta şefkatli davranmaktır. İşte bu davranış, bu tutum, bu anlayış, bu yaklaşım ve bu tavır Allah’ın râzı olduğu kulluk hâlidir ki, bizi Rahmân ve Rahîm isimlerinin şefkatine ve rahmetine ulaştırır, bizi Allah’ın merhametinden ve şefkatinden hissedâr eder.

OKU:   Onu nefsimizden daha çok sevmek

Üstad Saîd Nursî Hazretleri burada Hazret-i Yâkup Aleyhisselâm’ın Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm’a karşı şiddetli hissinin ve kuvvetli duyarlılığının temelinde yatan hakîkatin ne olduğunu soruşturur. Bu, daha önce de İmam-ı Rabbânî tarafından gündeme getirilmiştir ve buna “aşk ve muhabbet” denmiştir. Oysa Saîd Nursî hazretlerine göre bu kuvvetli hislerin temelinde aşk ve muhabbet değil; şefkat vardır. Yani Hazret-i Yâkup Aleyhisselâm, Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm’a şiddetli aşkından dolayı değil, kuvvetli şefkatinden dolayı hususî bir ilgi göstermiş, onun diye getirilen kanlı gömleğe inanmamış, ümidini hiç kesmemiş, hep bir hayırlı haber beklemiş, fakat haber geciktikçe hasretle geçen yıllar onun kalbini bir kor gibi yandırmış ve Yûsuf’un (as) acısı gözlerini kör etmiştir. Nihâyet yıllar sonra bir gün Hazret-i Yûsuf’un (as) gömleğinin kokusunu tâ Mısır’dan algılayabilmiştir.

Çünkü Hazret-i Yâkup’ta (as), Hazret-i Yûsuf’a (as) karşı yoğun bir şefkat hissi vardı. Şefkat; aşk ve muhabbetten çok daha keskin, çok daha parlak, çok daha ulvî, çok daha nezih ve peygamberlik makâmına çok daha lâyıktır. Fakat aşk ve muhabbetin, Allah’tan başkasına şiddetli biçimde duyulmasını farz etmek, yüksek peygamberlik makâmına uygun düşmemektedir. Demek Kur’ân-ı Hakîm’in parlak bir şekilde bildirdiği ve Rahîm ismine ulaşmaya vesîle olan Yâkup Aleyhisselâm’a ait şiddetli duygular, yüksek bir şefkat derecesidir. Vedûd ismine ulaşmaya vesîle olan aşk ise, Züleyhâ’nın Yûsuf Aleyhisselâm’a karşı duyduğu muhabbette söz konusudur.

Bedîüzzaman’a göre, Kur’ân-ı Hakîm Hazret-i Yâkup Aleyhisselâmın yüksek duygularını Züleyha’nın duygularından ne derece yüksek göstermişse, şefkat hissi de, aşk hissinden o derece yüksektir. Şefkat muhabbetten yüz derece daha geniş, daha parlak ve daha yüksektir. Çünkü şefkat bütün yönleriyle lâtiftir, nezihtir, geniştir, hâlistir, sâfîdir, mukabele istemez, bedelsizdir. Hattâ en âdî hayvanların bile yavrularına duydukları bedelsiz ve fedâkârâne şefkatleri buna delildir. Aşk ve muhabbetin ise çok dereceleri var ki tenezzül edilmeyecek şekildedir. Aşk mukabele ister, bedelsiz yürümez, karşılık görmekle devam eder. Aşkın ağlamaları, bir nevî bedel ve karşılık istemektir.

OKU:   Allah´ın Vehhâb ismini tanıyalım

Üstad Hazretleri burada bir mîsal verir: Meselâ bir zat şefkat ettiği evlâdı münasebetiyle bütün yavrulara, hattâ bütün canlılara şefkat eder ve Rahîm isminin genişliğini bütün yürek sahiplerinde görür ve gösterir. Halbuki aşk yalnız sevgiliye mahsus duyulur. Hattâ herşeyi sevgiliye fedâ ettirir. Sevgiliyi övmek ve güzel göstermek için de aşk, başka güzelleri kıskandırır, hürmetten düşürtür, güzelliklerini kırar. Hattâ âşıklar o derece ileri giderler ki, “Güneş sevgilimin güzelliğini görüp utanıyor. Görmemek için bulut perdesini başına geçiriyor” diyecek derecede sevgililerini güneşten daha parlak ve daha güzel gösterme çabasına girerler.

İşte Üstad Bedîüzzaman burada, aşk belâsına güneşin gözden düşürülmesini görmezden gelmez, bunu güneşe haksızlık sayar ve âşıklara çıkışır: “Hey âşık efendi!” der, “Ne hakkın var, sekiz İsm-i Âzamın bir sahife-i nuranîsi olan güneşi böyle utandırıyorsun?”1

Saîd Nursî Hazretleri güneş sayfasında tecellî eden sekiz büyük ismin neler olduğunu burada bildirmez. Otuzuncu Lem’ada, Kuddûs, Adl, Hakem, Ferd, Hay ve Kayyûm isimlerini, İkinci Şuâ’da da Ehad ismini ise değişik veçheleriyle “ism-i azam” olarak nazara verir.2 Bu isimlerin kâinâtın her bir yönüyle birlikte güneş üzerinde de tecellîsi ve tasarrufu bulunduğunda şüphe yoktur. Ayrıca Üstad Hazretleri güneşin, Allah’ın bin bir isminden Nûr isminin maddî bir aynası hükmünde olduğunu3; hadsiz fezâyı, boş ve yapa yalnız âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren temel hakîkatin de Rahman ve Rahîm isimlerinin sıfatı olan “Rahmet” hakîkati olduğunu4 kaydeder.

OKU:   Titrenecek bir hukuk: Anne-baba hukuku

Güneş üzerinde bu isimlerin tecellîleri bulunmakla birlikte, hiç şüphesiz başka isimlerin de tecellîleri söz konusudur. Burada, bunlardan başta Nûr ismi olmak üzere sekizinin güneş üzerinde yoğun bir tasarrufa sahip olduğunu anlamalı; fakat bu isimlerin neler olduğu ilmini Allâmü’l-Guyûb olan Cenâb-ı Allah’a bırakmalıyız. Bu, araştırıcı olmaya ve îmânı inkişaf ettiren bir yaklaşım olarak Allah’a meçhul bir mevcut unvanıyla bakmaya5 daha elverişlidir.

Dipnotlar:

1- Mektûbât, s. 35,
2- Lem’alar, s. 298-348;Şuâlar, s. 11-42,
3- Sözler, s. 558,
4- Sözler, s. 16; Lem’alar, s. 100,
5- Mesnevî-i Nûriye, s. 111

Benzer konuda makaleler:

image_pdfimage_print

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir